Müziği resmedebilir miyiz ? Ya Munch haklıysa hayat, doğum ve ölüm arası bir dans ise…Şimşek sesi. Hızla düşen damlalar ve sokaklarda düşen gözyaşlarından ıslanmamak için koşuşturan anılarım. Hayatımızın soundtrack ihtiyacının en çok ortaya çıktığı dakikalar. Dinen mayıs yağmurunun sonunda gökkuşağı görme olasılığımızı da bu hesaba katacak olursak hayıflanma oranımız hayli yüksektir. Müziği sade bu şekilde doğa olaylarında değil de ruh halimizle örtüştüğünde de – doğa olayları bu zincire elbette etki eder ama etkisiz kaldığı anları düşünürsek- severiz. Tüm bunların haricinde ruh halimizi değiştirme kapasitesi de göz önünde tutulması gerekir diye düşünüyorum.
Hayatımızdaki soundtrack yoksunluğunu kat be kat hissettiğimiz dakika veyahut ayları buraya sıralamayacağım ya da “ah ne güzel olurdu” tepkisinin peşinde değilim. Aradığım soru
–kesinlikle yanıt değil- müziğe olan ihtiyacımızın şiddeti. Açık konuşmak gerekirse kendim bu ihtiyacımı dört koldan gidermeye çalışırken ailemle, çevremdekilerle, kulak sağlığımla çatışıyorum. Herkesin şikâyetlerini emecek iyi bir kulaklık için neler vermezdim. Lakin ergonomik ve iyi olan bir kulaklığa henüz kavuşabilmiş değilim. Peki, bir müzik grubunda müzik yapmak için neler vermeye hazırım? Ben hayatımın melodisiyle karşılaşmaya ne kadar
— onu yaratsam daha iyi değil mi – hazırım? Böyle bir melodi dünyada mevcut mu?
(bknz: Werckmeister Harmonies)
İnsan kendisine ne kadar soru sorabilir?
Müziğin bana veyahut tüm insanlığa yaşadıkları evrenin içerisinde ruhani bir evren yarattığı
konusunda tüm insanlık hemfikir. Müzikle kendi kendini eğlendirmeyi başaran insanlığın aynı oranda dramatik etkiler oluşturması ilginç bir yaratı tezatlığı olsa da; yine aynı melodiler ruhumuzun bu kaba dünyada ayakta kalabilmesini, bir şeyler üretebilmesini sağlayan yaratıcı esinin ortaya çıkmasını da sağlamakta.
Sohbetinden keyif duyduğum müzisyen arkadaşlarımdan birinin çağdaş müziği görsellikle birleştirerek yaratmaya çalıştığı performans –tam karşılığı bence bu- projesini de bu bağlamda değerlendirecek olursam, insanı içine alan müziğin fiziki olarak da içinde bulunabileceği bu durumda da melodiyi dinleyenlerin ruhlarına temas edebilecekleri bir ortamın yaratılması söz konusu oluyor. Karmaşık, evet ama aslında basit. Yani müziğiyle, görüntüleriyle sizi yutan bir oda düşünün. Ne kadar hayatımızın soundtrack’i hayalinden uzak olursa olsun o tadı az da olsa yakalayabileceğimiz bir an. Bu biraz korkutucu bir tecrübe de olsa bunu ilk deneyecek insanlardan biri olmayı tercih ederim.
Pekin.
Bitirirken başa dönecek olursak an itibariyle Re-Offender’ı ne kadar pop bir grup olsa da Travis’ten defalarca dinlemekte sakınca görmüyorum. Gerçekler acıdır ve söylenmezlerse acı daha çok acıtmaz mı?

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder