Perşembe

Aziz İstanbul



Bu şehre geldiğimde henüz reşit değildim, adam gibi dayak yememiş, bir kadını “gerçekten” sevmemiş, sokaklarda kendimi kaybedecek kadar ağlamamıştım. Bunları yapmak için reşit olmanız ya da İstanbul adını verdikleri kargaşa’ya dalmanıza gerek yok elbette. Ama başıma ne geldiyse bu şehirden geldi diyebilir, vapurları, meyhaneleri, arkadaşları, sokakları, semtleri suçlayabilirim kolaylıkla.



Yıllar evvel kuzenimi ziyarete geldiğim zamanlarda Avrupa yakasından hiç anlamayan, denize, müzelere, vapurlara, gecelere ilgiyle bakan bir çocuktum. Sonra zaman ilerledi. Çocukluğun sonbaharında adımımı attım üniversite bahçesine.

Bir bar gecesi arkadaş ısrarlarıyla önce Kanlıca’ya tutulduğumu sandım. Sandığım, vefasız çıkmama neden oldu. Kilidini kırdım.İçinden tozlu kitaplar, mektuplar çıktı.

Kilidi kırılan, zembereği boşalan sevgimin kolaylıkla sürünebileceği bu şehirde elimden tutan güzel insanlarla tanıştım. Alkol’un bira olup köpürdüğü zamanlardı. Sıraselviler’de henüz ucuz klüpler yoktu. Haydar meyhanesinin en kalabalık, nüktedan masalarına kuruldum.
Gecenin karanlığından çirkinliğini fark edemediğimiz Haseki’nin şarapla bezenmiş kalabalık bol kahkahalı salonlarından ayrılıklar neşeyle doğdu. Zaman her şeyi örter. Kahkahaları da Maltepe’ye örten zaman beni önce Suadiye’ye sonra Beyoğlu’na sonra yine Suadiye’ye çarptı.
Zamanın iki yönlü işlediğini unutmamak lazım. Kötü insanlar da tuttu elimden, sırtımı döndüm, omzumdan çektiler olmadı bir tokat bir yumruk verdiler. Oysa aynı hayaller için saf tuttuğumuz dönemlerdi. Kolye takmaktan bir süreliğine Kadıköy’ün sokaklarından birinde elimde en sevdiğim kolyem parça parça ağzımdan kan gelirken vazgeçtim. Kadıköy’den bu sebepten de nefret ediyor olabilirim. Sevenlere saygılar sunarım.

6 sene aralıksız birlikteliğimizden sonra kalbimi avuçlarına bıraktığım –bundan mutluluk duyduğum- kadını emanet ederek ayrıldım İstanbul’dan. Memleketin başka bir şehri için asla yapmayacağım bu 2 yıla yakın süren okyanus ötesi ayrılık sonrası yine yeniden İstanbul’daydım.

Şimdi masumiyetimi tamamen kaybettiğim, etrafımda namuslu, dürüst, içten az insanın kaldığı bu yaşımda –maalesef yaşla ters orantılı bu durum hayatımızın gerçeği- acı, tatlı tecrübelerle mesafeli yaklaştığım İstanbul, son iki senedir bir lensin ardından görebildiğim kadarıyla günün her saati size poz vermesini bilen 7 lisan bilen , bir zamanlar hizmetçilerle büyümüş, saray eğitimini şimdi zorla çalıştığı çirkin-modern bol sigara dumanlı taverna’da yapmacık gülüşüyle gösteren eskinin asilzadesi şimdinin konsomatris kızı.

Ve evet hala aziz bir güzelliği var. Saçları tozla kaplı , eteklerine çaputlar bağlanmış, dudakları sömürülmüş da olsa.

Hiç yorum yok: