Estetiksizliğin çamuruna bulanmış medya organlarımızdan en engellisinin tv olmasını açıklayan bir söz etmiş rahmetli tv adamı (O. Bayülgen'in deyimiyle " tv'de konuşan kafa") Ernest Edward Kovacs .
Buradan çıkartılması gereken tv izleme bakışı şöyle mi olmalıdır peki : tesadüfen cihazı açmak ve haber, film, belgesel,konser izlemek ufkunu genişletip yeter olduğuna kanaat getirip cihazı kapamak.
Türkiye’de televizyon deneme yayınlarına ilk kez 1968 yılının Ocak ayında başladı. 39 senede Türk televizyon yayıncılığında gelinen nokta dünyada olmayan format üretemese de (televole hariç) taklit ettiği, satın aldığı formatları da kendi evrimine dahil ederek kendi Frankenstein'larını yarattı,yarattı,yarattı.
İşte bu Frankensteinlar ünlü olmalarının (kaşıntılı bir kavram) doğurduğu über-ego sayesinde herşeyin en iyisi, en güzeli, en başarılısı, en kalitelisi, en doğrusu, en SANATKAR'I ilan edilmiş o kanal senin bu kanal benim gezmekte ağırlanmakta. Amma velakin her iktidar, nüfus, şan sahibinde olduğu gibi "benim ünüm hiç tükenmemeli" felsefesiyle sayıları gün be gün artmakta. Biriken ünsüz ünlü şahısları da turnike biçiminde gündemlere sokarak magazin, yarışma, sabah programı, tartışma programı hatta ve hatta suni haberlerle haber bültenlerinde bile göstertmekteler.
Peki nereye kadar ? Televizyon programlarının kendilerini öğütmesi, sonlandırması mümkün mü? Türkiye'de bunun gerçekleşebilmesine bir ihtimal vermemekle birlikte. Çamur programların canlı yayınlarından birinde bir gün birileri bir takım değerlerle birlikte sona erecek. Fakat kim farkedecek hiç tahmin edemiyorum. İstemiyorum. Umudum yok. Tiyatroyu, okumayı,sergilere, konserlere gitmeyi hatta zamanla yanındaki insanla konuşmayı tv izlemekten daha çok özveri istedikleri için terketmedik mi? Evet ilk sebep bu değildi belki ama ne farkeder.
film bknz: Fahrenheit 451 - Videodrome
ps: tv'de izlediklerinin çoğunu gerçek zanneden (yaşlı ve çocuklar hariç) herkese acil şifalar diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder